27 Ekim 2019 Pazar

ANA'DOLU; HİKÂYELERİMİZİNDE HİKÂYESİ VAR


Cumhuriyetin İlk Himayesi Türk Kadınlarına Taltif Edilmiştir. Peki Neden?
HİKÂYELERİMİZİNDE HİKÂYESİ VAR
Cumhuriyet Kadınları Derneği Ankara, Çankaya Şubesi tarafından Milli Mücadeleye destek olan Yozgatlı kadınlarımız ile ilgili bilgi ve belge olup-olmadığını sordular. Ben de Cepheye erzak götürenlerden tutun da, yün yataklarını boşaltıp çorap kazak örerek cephedeki askerlere gönderen birçok ninelerimiz olduğunu söyledim.
Bunun üzerine, Yozgat’a konuyla alakalı belgesel çekmek istediklerini, yakınlarıyla ulaşma imkanı olur mu? Sorusu üzerine, Daha önceden tespit ettiğim bu kahraman ninelerimizin yakınlarına ulaşmak, mezarlarını tespit etmek için bu köyleri tekrar ziyaret ettim.
Ziyaretim esnasında, Muharrem KAPLAN Beyin Kababel köyündeki evinin avlu kapısından içeri adımımı atar atmaz, karşımda ATATÜRK büstü göze çarptı.
Oldukça duygulandım. Daha önce resmi dairelerde gördüğümüz Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ÜN büstüne bir köy evinde rastlayacağım hiç aklıma gelmemişti.
Bununun sebebini sorduğumda ise, ikinci bir şaşkınlık yaşadım…!
“Bugün eğer bu topraklarda hürriyet ve güven içerisinde yaşaya biliyorsak eğer, bu Mustafa Kemal ATATÜRK sayesindedir. Onun resmi de başucumda asılı. Gazi Mustafa Kemal’in ömrü cephelerde geçtiği halde tüm ömrünü bu vatana ve Türk milletine adamış, haram yememiş, evlenip çoluk çocuğa karışmamış, Türk milletinin tamamını kendi öz evladı bilmiştir. Böyle bir devlet adamını başımda taşırım..!”
Yozgat’ta Tekâlif-i Milliye
“Vaziyet”
Yozgat halkı, telaffuz edemediği kelimelere kendince ad takar, Cihad-ı Ekber yerine Seferberlik, Kurtuluş Savaşı’na Yonan Harbi, Tekâlif-i Milliye’ adını da Vaziyet olarak adlandırmıştı.
Herkes kendince vaziyet almış, Yozgat Askerlik Şubesi, kağnıcı konvoylarıyla ilgili tüm tedbirleri harfiyen yerine getirerek, hangi güzergâhtan gidilecek, nerede konaklama yapılacak, hayvanların yemini kim temin edecek, kırılan kağnıları kimler tamir edecek önceden vaziyet almışlardı.
Cepheye erzak ve mühimmat götürmek için köylülere çağrıda bulunulmuş, köylerde de tellal çağırttırılmak suretiyle herkesi vazife başına çağırılmış, ahali de kendince vaziyet almıştı.
Kababel köyünde benzer şeyler yaşanmış, ihtiyar heyeti tarafından belirlenen kişiler ilk kafile için hazırlığa başlamışlardı.
Askerliğe el verişli olmayan “cücükcü” lakabıyla bilinen İbrahim kafilenin erkek neferi olarak belirlenmiş, kocaları askerde olan gelinler bu göreve gönüllü talip olmuşlardı.
İlk seferde Kababel köyünden iki kağnı erzak toplanmış köyün çıkışında tüm köylü kadınlar, çocuklar ve ihtiyarlar toplanmıştı. Kırmızı bir bez parçasına el yordamıyla hilal ve yıldız dikilerek bayrak haline getirilmiş, kağnının ön kısmına iki çivi ile tutturuldu. Ayakta durmaya mecali olmayan yaşlılar, köyün seten taşına yaslanarak köydeki son kişinin de birazdan edilecek dua ve niyaza iştirak etmesini bekliyorlardı.
Aşık Hasan’ın da oğlu cephedeydi. Evlat hasretiyle kaynayan yüreği deyişlerine yansımış, milli duyguları Arş-ı Alaya çıkaran bir duaz etti, kadın-kız, yaşlılar bu duaz esnasında hüngüre hüngüre ağlamaya başladılar. Annelerinin, dedelerinin ağladığını gören çocuklar da ne için gözyaşı döktüklerini bile bilmeden onlarda ağlıyordu. Aşık Hasan’dan sonra söz alan, Hıdır Abdal Ocağın Post Dedesi İsmail Efendi, ahaliye şöyle seslendi;
-Ağlayın analar,
-Ağlayın Bacılar,
-Ağlayın çocuklar, çünkü gözyaşı rahmettir. O ALLAH ki görür de siz mazlumlara acır, merhamet eder, bu kara günler de gelir geçer, diyerek niyazda bulundu, emanetlerin sağ salim menziline ulaşması için dua etti.
Bismillah diyerek kağnı dayakları indirildi, kağnılar hareket etti.
Nesli Hanım ile Neslihan Hanım 35 yaşlarında gelinlerdi, Hüsne Kadın ise altmış yaşını aşmış, sırf gelinlerin adına leke düşmesin diyerek namus bekçisi sıfatıyla kafilede yer aldı. İbrahim Ağa refakatinde günlerce sürecek yola koyuldular.
Bakır helkelerle getirilen sular döküldü, su gibi akıp gidin temennileri eşliğinde köyün Güney Batısındaki yokuşa kadar birlikte yürüdüler.
Nesli Hanımın yüreği kağnı gıcırtısını bastıracak kadar hızlı çarpıyor, Seferberlikte silah altına alınan kocası ve iki çocuğunun babası, Ali’yi görebilmeyi umut ediyordu.
Kağnı gıcırtıları etraf tepelerde yankılanıyor, adeta Türk milletinin çektiği acıları dağa taşa haykırıyordu.
Herkes kendi iç aleminde Hakka yalvarıyor, yıllardır evlatlarına, kocalarına, babalarına hasret kalan insanlar, esaret altında inim inim inleyen vatan, din kardeşleri için yakarıyorlardı.
Yozgat’a geldiklerinde yüzlerce kağnıların sıralandığını, kafile kafile yol verildiğine şahit oldular.
İki avucun birleşimine benzeyen Yozgat merkezi, kulakları sağır edercesine kağnı iniltileriyle yankılanıyordu.
Kağnılar bile dile gelmişti. “Uyumayın ey ahaliii, gün kurtuluş günüdür” der gibiydi.
Uyanmıştı Türk milleti.
Kadın, çoluk çocuk demeden yollara düşmüş, kiminin elinde bir çift çorap, kiminin yedinde yağlık, cephedeki yiğitlere hediyeler gönderme derdindeydi.
Kağnıyla Ankara’ya gidenlerdeyse, farklı bir duruş vardı.
İlk geceyi Saray köyünde geçirdiler. Kadınlar ayrı bir eve, İbrahim ağa ayrı bir köy odasına davet edildi.
Tam yedinci gün sonunda Yahşihan’a varabilmişlerdi.
Köydeyken eşi Ali’yi görme hayalinin imkansız olduğunu anladı.
Yahşihan’da görevli birliğin dışında kimseler yoktu. Zaten orada da hepi-topu bir bölük nefer ya var, ya yoktu.
Nesli Hanımın ayağındaki çarığın tabanları yok olmuş, ayağının altı hasır gibi delik deşik haldeydi.
Yükü boşalttıktan sonra, Neslihan Hanım İbrahim Ağadan bir talepte bulundu;
-İbrahim Ağa, Ayaklarım delindi, baş Efendiye söylesen de bir giyim çarık verse…
-Tamam, isteyim, yalnız, sende benim yanımda gel, ayaklarının halini Şube Reisi görsün.
Başındaki tülbendi burnuna kadar yaşmak etti, utana sıkıla şube Reisinin yanına vardı,
-Baş Efendi, şu kadının bir isteği var, ayağındaki çarık yırtılmış, ayakları delindi, bir giyim çarık istiyor.
Kumandan göz ucuyla Nesli kadını süzdü, gözleri ayağına takıldı.
-Efendi… ben askerime giydirmeye çarık bulamıyorum, her gelene bir çift çarık verirsem, cepheye ne göndereceğim.?
Bu kadını kağnıdan indirmeyeceksin, en ufak bir zarar vermeyeceksin, ola ki bir hile düşünürsen, ya da yürütürsen, senin tırnaklarını sökerim, bilmiş ol…!
Nesli Hanım ikinci bir hayal kırıklığına uğrasa da Türk askerinin köylüsü İbrahim Ağaya verdiği ihtarı, kendisine gösterilen kıymet, gururunu okşamıştı.
Köye dönüşleri de yedi gün sürmüştü. Vatan müdafaası için bir şeyler yapmanın huzuru içindeydiler.
Yozgat’a sözde eşkıya takibine gelen Çerkez Ethem ve Çolak İbrahim’in adamları, köy köy geziyor, kimde güzel at var, kimin camızı öküzü var el koyuyorlardı.
Nesli Hanımın bir öküz bir de ineği vardı. Oğulları Hasan ile Hüseyin Köyün harman yerinde hayvanları otlatırken köye gelen bu adamlar, çocukların ellerinden iki hayvanı birden alarak göyün dışına doğru sürmeye başladı. Oğullarının bağırarak ağladığını işiten Nesli Hanım eline bir değnek alarak seslerin geldiği yöne doğru koştu. Vardığında hiç görmediği tipler tarafından hayvanlarının alıkonulduğunu gören Neslihan Gelin, “durun bakalım… nereye götürüyorsunuz onlar benim yetimlerimin ekmek kapısı, tek dayanağım” diyerek avazı çıktığınca bağırdı çağırdı. Bu serzeniş, kısmen de olsa işe yaramıştı, “öküzü vermeyiz, madem öyle, inek sende kalsın” diyerek hayvanı alıp götürdüler.
Daha sonra da köylerinden bu hizmete gönüllü katılanlar oldu. Doğu cephesinden, Batı cephesine nakledilen silah, mühimmat, ağırlıklarını taşıdılar.
Aşık Hasan’ın, duvazı, Post Dedesi İsmail Efendinin duası gerçek olmuş, 26 Ağustos 1922 tarihinde başlayan Büyük Taarruz neticesinde Kurtuluş Savaşı zaferle sonuçlanmıştı.
Cephelerde savaşın sona ermesi, Türk milletinin özlem dolu gözlerini yollara çevirmişti. Peyder-pey gidenlerin bir kısmı dönse de, dönmeyenler çoğunluktaydı. Sonrasında esir mübadilleri tekrar umuda dönüşse de, Nesli Hanımın eşi, Ali gelmedi.
Nesli Hanımın Kaynanası Iraz kadın oğlu Ali için o kadar üzülmüştü ki gözleri ama oldu. Vatan için gösterdiği fedakarlık, “Yahşihan yolculuğu” kendisini daha bir cesaretlendirmiş, yetimlerine kazanç kapısına dönüşmüştü. Yozgat’tan, Samsun’a kağnılarla nakliye yaparak evlatlarını namerde muhtaç etmedi.
Tarlada saban da sürdü, gün geldi, erinin emaneti bağını da bellemeyi ihmal etmedi.
Belki,,, diyerek bir daha evlenmeyi hiç düşünmedi
Oğulları Hasan ile Hüseyin’i kendi başına büyüttü, evlendirip torunlarıyla haşır neşir olsa da, onun gözü hep yollardaydı. Ne zaman uzaktan bir karaltı görse, Ali’mi acaba? diyerek iç geçirirdi.
Ömrünün son demleriydi, bağ beklediği bir günde bağın hemen altından bir adam bağa dikkatlice bakarak geçiyordu. Tam haymalığın “bağ evi” yanına geldiğinde bağ evindeki Nesli Hanımı fark ederek;
-Bu bağ Ali Pehlivanın bağı mı?
-Evet
-Sen de hanımı mısın?
Evet, siz kimsiniz, Ali Pehlivanı nereden tanıyorsunuz?
Adam başını yere eğdi, “aman boş ver oraları karıştırma” diyerek uzaklaşıp gitti.
Bu hadiseyi akşam eve geldiğinde horantaya anlattığındı, gözleri bulutlandı.
Gelinleri alay ettiler, can yitiği neydi hiç bilmediler.
1965 yılında Kababel köyünde vefat etti. Umulur ki, bir ömür beklediği, Eşi Ali pehlivana, can yitiğine Cennette kavuştu.
Mekânınız Cennet olsun Kahraman Türk kadınları ve onların yiğit evlatları.
CUMHURİYET BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN.
Derleyen ; Arş Yazar Osman KARACA

23 Ekim 2019 Çarşamba

YETİM TÜRK'ÜN AHI

TÜRK milleti oldum olası yetim büyümüştür. “Dede yetimi” diye bir deyim beyhude ortaya çıkmamıştır. Hamisiz himayesiz kalmış, Türklüğünü unutturmaya, aşağılayanlara karışı kaş çatmış, baş eğmemiştir. Siyasi gücü elde eden muktedirler adalet terazisini kendilerine göre ayar ederek, yetim Türk milletinin haklarına tecavüz edip, devletin malını ganimetmiş gibi kendinden gördüklerine nimet olarak sunmuşlar. Yetim Türk aç-açıkta kalmış, namerde el açmamış, “yetimim fakat öksüz değilim, benim anam var, anam Anadolu’dur” düşüncesiyle ah çekmiş, devletine ah etmemiş, asi olmamıştır. Dün Türklüğü, Türk milliyetçiliğini ayakları altına alanlar, Türk milleti sayesinde hayatta, ayakta kalabildiğini unutmuş, yeni bir türküyle yola çıkarak, Ümmet söylemini geliştirerek, yeni bir dinmiş gibi siyasi alanlarda dört parmak işareti yaparak kutsal dinimiz İslam’ın halifeliğine soyunanlar, gerçek ümmetin Türk milleti olduğunu anlayamamışlardı. Sünnet olan, sünnete uyan her Müslüman’ım diyeni kendi otağında toplayacağını zannederek Türkçülüğü ırkçılıkmış gibi haykıranlar, ya İslam’ı anlayamamış ya da Türk tarihini, medeniyetini, merhametini, cesaretini, adaletini okumamış, anlayamamıştır. Yetim Türk milleti buna benzer çok badireler atlattığından olsa gerek, ah demişse de, ah etmemiştir. Türk milletini diğer milletlerden ayıran en önemli özellik; inandığı kişilerin peşine düşmesidir. Aklı ön planda tutar, yanıldığını anladığında vakit kaybetmeksizin terk eder. Biat kültürü Araplara mahsus bir gerçektir. Arap halkının en önemli özelliği, aklı ve mantığını ikinci planda tutan, güce dayalı yönetime tabi olan bir millettir. İslam halifeliğinin Muaviye’ye geçmesiyle saltanata dönüşmesi tesadüfi değildir. Peygamber Efendimizin Torunları, Hz Hasan’ın zehirlenmesi, Hz Hüseyin ve efradından yetmiş iki kişinin Kerbela’da şehit edilmesine engel olmayan, Yezid’in gücüne boyun eğip biat edenler, sünnet olmuşlar ama, Seyyit’lerin Sahabilerin, her şeyden önce, kendi kavimlerinden olduğu halde ALLAH’IN yer yüzündeki son elçisi olan Hz Muhammet Mustafa Asv’me gönderilen Kuran’ı Kerim'in hükümlerini, adaletini yok sayarak ihanet etmişlerdir. Türk Milleti ise; ALLAH’IN son elçisi olan, Peygamberimiz Hz Muhammet Mustafa sav’mi hiç görmeden İslam dinini benimsemiş, iman etmiş bir toplumdur. Türk milleti, İslam dinini akıl ile birlikte yaşam biçimine dönüştürerek, Hz Peygamberin hedefleri doğrultusunda İslam ve İnsanlığa hizmet etme gayretine girmiş, Kuran’ı Kerimi rehber, Hz Muhammet Mustafa sav efendimizi, gecenin karanlığını aydınlatan hilali en kutsalı yaparak, sancaklaştırmıştır. Hz Ebubekir’i sadakatin sembolü, Hz Osman’ı ilim kaynağı, Hz Ömer’i Adalet timsali, Hz Ali’yi de kendi akrabası olarak kabul etmiş, bileğine, yüreğine gücün simge olarak hıfzetmiş, dinimiz İslam’ın en şerefli sancaktarı saymıştır.. Bugün İslam coğrafyasına baktığımızda, sözde İslami yönetimlerin başında bulunduğu Müslüman topluluklar adaletten yoksun, gerçek İslam’la bağdaşmayan, kan ve gözyaşı göllerinin oluştuğu, bir taraf zevki sefa içerisinde yaşarken hemen yanı başındaki komşularının açlık susuzlukla çırpındığı, Siyonist yönetimler tarafından kullanılarak yüce dinimizi terörle bağdaştırdığı en acı gerçektir. Bugün Suriye’de yaşadığımız hadiseler, “Barış Pınarı Harekat” esnasında yüzleştiğimiz, “ümmet” kardeşimiz olarak bildiğimiz kalleşlikler bir Türk olarak beni hiç mi hiç şaşırtmadı. Şaşırmadım, çünkü biz yetim Türk evladıyız. Dedelerimiz Medine Müdafaası yaparken, onlar şehit ettikleri Osmanlı Türk askerlerinin naaşlarını su kuyularına atmak suretiyle, bir nevi Medine’yi Kerbela’ya çevirme gayretindeydiler, başardılar da. Sevr Antlaşması sonucu Mekke’den Anadolu topraklarına çekilecek olan Türk askerlerinin komutanlarından son bir arzuları vardı; Kabe’yi tavaf ederek ayrılmak…! Onların bu arzusunu çok gören İngiliz uşağı Araplar, birliklerimizin önüne geçerek, “eğer Kabe’ye girecek olursanız ateşe vereceğiz” diyerek bu masum, kutsal göreve mani olmuşlardı. Filistin’de Kutsal mabetlere en ufak bir zarar gelmemesi için Kudüs’ün dışına çıkarak zor bir savunmayı tercih eden askerlerimiz günlerce aç, susuz bir şekilde savunma yaparken, Filistin halkı bırakın direnişe katılmayı, bir yudum su bile vermedi. Yemen’de yamyamlara yem olduk. Kanal harekâtında çöllerde boğulduk, Irak’ta sırtımızdan vurulduk, Galiçya’da ayazdan kavrulduk, Kut-El Emare’de yazılan destanımızı unuttuk. İşin en kötüsü de Osmanlı Sarayı tarafından imzalanan Sevr ile yetim ve öksüz kaldık, yok olduk. On yıl dile kolay, on yıl boyunca evlerimiz, köylerimiz, kasabalarımız ersiz kaldı. Yeni nesil türemediği için yaşlı anne babaların gözleri fersiz kaldı. Her şeyden önemlisi de Türk milleti sersiz kaldı. Ata yurdumuz Anadolu’da elden gitti. İtilaf devletleri tarafından bölge bölge taksimatlar başladı. İngiliz’i, Musul, Kerkük’e Fransız’ı Adana’dan Kayseri’ye İtalyan’ı, Akdeniz’e, Yunanlı'sı Ankara’ya kadar dayandı. Ermeni-Rus işbirliği ise Sivas’tan gerisini sınır saydı. Türk milleti sersiz, Anadolusuz öksüz ve yetim kaldı..! Türk Babasız büyür, annesiz hayatını idame ettirirdi de, Anadolu Türksüz, Türk yurtsuz kaldı. Her Türk Asker Doğar da, Türk milletinin eteği tutuşmadan ayağa kalkmazdı. Kalktım mı da onu kimse durduramazdı. O ser yine kendi içinden doğacak, milletine kendini inandıracak, gavura teslim olmayacaktı. İşte o ses 19 Mayıs 1919 Tarihinde Samsundan geldi. YA İSTİKLAL YA ÖLÜM… Bizim kültürümüzde biat yoktur. Değerleri uğrunda, hedefleri doğrultusunda İnandığı kişinin peşine düşmek, can vermek vardı. Bu yüzden milletimiz yetim yaşadı. Birileri ümmet, sünnet diyerek Türklüğü aşağılasa da, tarih tekerrürden ibaretti. Keşke Türkiye Cumhuriyetini yönetenler Türk’ün Türk’ten başka dostunun olmadığını. Şahsi ve siyasi emelleri için sözde İslam kardeşliği yerine, tıpkı bugün haykırdıkları gibi; TOPUNUZ BİR TÜRKİYE CUMHURİYETİ ETMEZ…! Demekte bu kadar geç kalmasalardı. Yetim Türk bir ah daha çekti, ah etimi bilinmez… Türk; İslam’ın ve İnsanlığın son hamisidir.  NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE Vatan Uğuruna canveren bütün şehitlerimizi rahmet ve minnetle anıyorum...

OKU, YORUMLA ve PAYLAŞ ==> http://www.ilerigazetesi.com.tr/yetim-turk-un-ahi-makale,16137.html?fbclid=IwAR3X-TTLmfCA_WG51noFfXhmvPxGeeDOTfCjIIDsORGfXd3KI5lFW-SPh8w

İleri Gazetesi | Günlük Tarafsız Siyasi Gazete... "1967'den beri..."

17 Temmuz 2019 Çarşamba

KİTAPLARIMLA İLGİLİ ULUSAL BASIN HABERİNDEN BİRİ

https://www.dailymotion.com/video/x6f6lpc

YOZGATLI YAZAR OSMAN KARACA, 1. DÜNYA SAVAŞI GAZİLERİNİN HAYAT HİKÂYELERİNİ KİTAPLAŞTIRDI

Yozgatlı Yazar Osman Karaca ?Cihad-ı Ekber ve Milli Müdafaa Acıları? adlı kitabının 219-224. Sayfalarında ise Yeni Adana Gazetesi´nin Kurtuluş Savaşında verdiği mücadeleden de bahsediyor. ?Kalemle Kazanılan Zafer? başlığı ile bölümde Avni Doğan ile Gazet

FEHMİ İNCEOĞLU (ÖZEL HABER) 
/resimler/2018-3/2/1231099410377.jpgYozgatlı Yazar Osman Karaca, 1. Dünya Savaşı´nda görev almış gazilerin yakınlarıyla birebir görüşerek elde ettiği bilgi ve belgeleri dijital ortama aktarıp, gazilerin öykülerini ?Cihad-ı Ekber ve Milli Müdafaa Acıları? isimli kitabında topladı. 
4 yıldır sürdürdüğü çalışmada Çanakkale, Kütahya, Samsun, Eskişehir, Afyonkarahisar ve Yozgat´ın bütün köylerini dolaşarak 1. Dünya Savaşı´na katılan gazilerin yakınlarıyla görüşen Yozgatlı yazar Osman Karaca, yaklaşık 600 dakikadan oluşan cephe hatıralarını derleyerek kitap haline getirdi. Amacının gazilerin hatıralarını gelecek nesillere aktarmak olduğunu söyleyen Karaca, kitabı hakkında şu açıklamada bulundu: 
?Yozgat´ın 300´e yakın köyünü dolaştım. Bu kitabın Yozgat ile sınırlı kalmaması için ülke genelinde duyduğum öykülerin peşine düştüm. Uşak, Samsun, Kütahya, Eskişehir, Afyon, Denizli, İzmir, Çanakkale gibi illere gittim. Burada en çok önem verdiğim şey ise, gazilerin cephe hatıralarını birebir kendi ağzıyla anlatmalarıydı. Daha önce yakınları tarafından kayda alınmış sesleri dinleyerek, onların hatıralarına hiçbir ekleme yapmadan kayıt altına aldım. Kimisi dedesini, kimisi amcasını, kimisi babasını, kimisi de dayısını cephede şehit vermiş. Bu acılar da kuşaktan kuşağa anlatılarak günümüze gelmiş. Ben de bunları kitap haline getirdim.? 
31 hayat hikâyesinin bulunduğu kitapta Galiçya Cephesi gazisi Mustafa Erkılıç, savaşta bacağı kopmuş bir askerin bacağının kopmasına rağmen kendi acısını değil diğer yaralı askerleri teselli ettiğini anlatıyor. Irak Cephesi gazisi Hacı Hüseyin Daşkın´ın da yaralı getirildiği hastanede kolunun kesileceğini öğrenince kolunun kesildiğine değil de düşmanla savaşamayacağına üzüldüğü bilgileri yer alıyor.?
ADANA- YOZGAT DOSTLUĞU
/resimler/2018-3/2/1232562693739.jpgKaraca kitabının 219-224. Sayfalarında ise Yeni Adana Gazetesi´nin Kurtuluş Savaşında verdiği mücadeleden de bahsediyor.  ?Kalemle Kazanılna Zafer? başlığı ile bölümde Avni Doğan ile Gazetemizin Kurucusu Ahmet Remzi Yüreğir için şu ifadelere yer veriliyor:
?Bu iki arkadaş Adana´nın kurtulmasında büyük rol oynamakla kalmayıp günümüze  Adanalı ve Yozgatlıların  dost olmalarına vesile olmuşlardır. Kısacası ecdadımız savaşın sadece silahla yapılamayacağının da gözler önüne sermiştir."
(VŞ)

Haber Kaynak : ÖZEL HABER YENİ ADANA GAZETESİ

BEŞiKTEN MEZARA VATAN HiZMETi OKU, YORUMLA ve PAYLAŞ ==> http://www.ilerigazetesi.com.tr/guncel-yasam/besikten-mezara-vatan-hizmeti-h54664.html İleri Gazetesi | Günlük Tarafsız Siyasi Gazete... "1967'den beri..."




 Çanakkale Savaşına katıldıktan sonra komutanı tarafından verilen görevle İzmir’de kalan askerin vasiyeti üzerine, Yozgat’a gelen oğlu, babasının akrabalarını buldu, tanıştı, köyünden bir avuş toprak alıp, mezarına serpmek için yanında götürdü

YOZGAT merkeze bağlı Kavurgalı köyünden, ailenin tek erkek evladı 1309 doğumlu Ali oğlu Hüseyin, komutanının verdiği görev doğrultusunda yerleştiği İzmir’de dünyaya gelen çocuklarına verdiği vasiyetini, oğlu yerine getirmenin gururunu yaşadı. Gazetemiz yazarlarından araştırmacı-yazar Osman Karaca’nın ‘Her hayat bir destandı’ adlı kitabında, öyküsüne geniş yer verip, fotoğraflarını yayınladığı Hüseyin Çavuş’un oğlu Kenan Sedef, babasının vasiyetini yerine getirmek üzere Yozgat’a geldi. Osman Karaca’nın da desteği ile Yozgat’ta yaşayan akrabaları ile buluşup, tanışan Hüseyin Çavuş’un oğlu Kenan Sedef, Yozgat’a baba ocağına ilk kez geldiğini belirterek, ‘’Babamın Yozgatlı olduğunu biliyorduk ama kimlerden olduğunu, akrabalarının bulunup, bulunmadığını bilmiyorduk. Babam vefat ederken, bize ‘Benim dünya malında gözüm yok, Yozgat’ta neyim var neyim yoksa oradaki akrabalarıma bıraktım. Sizlere gelince, kıyamete kadar hür yaşayacağınız bir vatan bırakıyorum. Ben bu vatan toprağını kıyamete kadar korumak için şehit kardeşlerime ve komutanlarıma söz verim. Sizler ve sizlerden doğacak nesiller hem ülkenin hem de kabirlerimizin bekçilerisiniz. Kökümüz Yozgat Kavurgalı köyünde olsa da yurdumuz burasıdır. Gidin akrabalarınızla tanışın, görüşün’ diye vasiyette bulundu. Ben de vasiyetini yerine getirmek üzere geldim. Akrabalarımızı bulup, tanıştım. Giderken, babamın doğduğu evin bahçesinden bir avuç toprağı da yanımda götürüyorum, babamın mezarının üzerine serpeceğim’’ dedi. Araştırmacı yazar Osman Karaca, aileni tek erkek evladı olan Hüseyin’in, acemi eğitiminden geçirildikten sonra Topçu Bataryasına sevk edildiğini, İzmir’den kağnılara yükledikleri cephane ve topları Çanakkale’ye götürüldüklerini, yaptığı araştırma sonucunda belgeleriyle ortaya koyduğunu söyledi. Karaca, Hüseyin Çavuş’un yaralanmasına rağmen silahını bırakmayıp, savaşta yer aldığını da aktardı. Karaca, ‘’Hüseyin Çavuş ve arkadaşları, Çanakkale’de savaş bitmiş olmasına rağmen İzmir, Mordoğan’daki birliğinin bulunduğu yer düşman işgalinde olduğundan kurtuluş savaşı bitene kadar Çanakkale de kalmışlardı. Aradan birkaç yıl geçmiş Çanakkale’de sular durulmuştu çarşıya bile çıkıyorlardı. Aradan yedi yıl geçmiş İzmir’den sevindirici haberler geliyordu. Kahraman Türk Ordusu Çanakkale’de kazanılan zaferden sonra Yunan belasından kurtulmayı başarmıştı. Gelen emir üzerine Topçu bataryasının dönüş hazırlıkları da başlamıştı. Köylerden kasabalardan mandalar, öküzler, atlar, kağnılar toplandı. Top, tüfek, cephane ne varsa kağnılara yüklenerek İzmir’e gitmek üzere yollara düştüler. 6 ay 10 günde Mordoğan’a ancak gelebildiler. Yıllardır süren savaşlar nihayet bitmişti. O mahşer yerinden hayatta kalabilen az sayıda şanslı askerler için teskere alma vakti gelmişti’’ diye konuştu. Karaca, birlik komutanının teskere alan askerlere hitaben, içtimada yaptığı konuşmasını ise şöyle aktardı: ‘’Değerli cephe arkadaşlarım; Türk milleti olarak çok acılar yaşadık, çok canlar kaybettik, ne var ki namusumuzu, Türklük onurumuzu, her şeyden önemlisi Hürriyetimizi korumayı başardık. Biliyorum ki birçoğunuz Anadolu’dan buralara geldiniz, hepinizin de geride bıraktığı Aileleri, sevdikleri var. Ancak benim size nasihatim şudur. Burası da bizim vatanımızın toprağı, buralarda sizin gibi Anadolu yiğitlerine ihtiyacımız var. Benzer olayların tekerrür etmemesi, geleceğimizin tehlikeye düşmemesi için buralardaki hanım kardeşlerimizle evlenin ve buralarda yurt edinip kalın. İsteyenler istedikleri yere gitmekte serbesttirler. Bakın hemen şu tepenin yamacındaki Hacılar köyünden 40 kişi askere gitmiş hiç biri dönmemiştir. Bu hanım kardeşlerim sizlerle aynı cephede savaşarak şehit düşen arkadaşlarınızın emanetidir. Bende komutanınız olarak üzerime düşeni vazifeyi yapacağıma söz veriyorum.’’  Bu konuşmanın ardından askerlerin komutan tarafından terhis belgelerinin dağıtıldığını aktaran Karaca, ‘’Kışladan dışarı çıkan asker kafesten salıverilmiş kanarya misali nereye gideceğini, nasıl gideceğini bilemez bir haldeydi. Terhis olanların arasında Yozgatlı iki hemşerisi daha vardı. Bunlar Ethem Çavuş Sarıkaya ilçesinden, Mustafa Onbaşı da Şefaatli Dedeli köyü Bozok (Yozgat) doğumlulardı. Mordoğan ve çevre köylerden gelen halk, askere gönüllü hizmetkar olmuş, türlü ikramlarda bulunuyor, müşkülatlarını gidermeye çalışıyorlardı. Burada köylülerle tanıştılar. O akşam ayrı, ayrı evlere misafir oldular. Birlik komutanları köylülerle daha önce konuşmuş olacak ki Mordoğan ve çevre köylüler terhis olan askerleri öz evlatları gibi bağırlarına basmışlardı. Hüseyin çavuş kararını verdi ve İzmir Karaburun Çatalkaya köyünde, Mustafa onbaşı Mordoğan köyüne, Ethem Çavuş da Sarpacık köyünde kaldı. Gazi madalyasıyla onurlandırılan bu yiğit askerler fazlasıyla hak ettiği halde Devletin maaş teklifini acizlik kabul ettikleri için bir kuruş bile almadılar. Hüseyin Çavuş da Çatal aya köyünden evlendi ilk hanımı üçüncü çocuğunu dünyaya getirdikten kısa süre sonra hastalanarak vefat etti. İkinci evliliğinden de üç çocuğu oldu. Altı çocuğunu kendi alın teriyle besledi, büyüttü’’ ifadeleriyle, Hüseyin Çavuş’un hikayesini noktaladı. 

OKU, YORUMLA ve PAYLAŞ ==> http://www.ilerigazetesi.com.tr/guncel-yasam/besikten-mezara-vatan-hizmeti-h54664.html

İleri Gazetesi | Günlük Tarafsız Siyasi Gazete... "1967'den beri..."

YOZGAT LİSESİ ŞEREF MADALYASI BEKLİYOR

VİDEO GÖRÜNTÜLERİ İÇİN LİNKİ TIKLAYINIZ.
https://www.dailymotion.com/video/x72nws4

TARİHİ LİSENİN ŞEHİT ÖĞRENCİLERİ

BİR BELGE İLE BAŞLADI
Araştırmacı-Yazar Osman Karaca, Ege Üniversitesi kütüphanesinde araştırma yaparken Yozgat Lisesinin öğrencilerinin Birinci Dünya savaşına katıldığını ve şehit olduğunu öğrendiğini söyledi.
Karaca, Yozgat lisesinde araştırma yapmak için İl Milli Eğitim Müdürlüğüne üç kez dilekçe verdiğini belirtti.
Üç kez verdiği dilekçenin kaybolduğunu anlatan Osman Karaca, “Yozgat Lisesinde yaptığım araştırma da aradığım belgelere ulaştım. Bu çalışmalarımı Yozgat bilinmeyen gerçekleri adlı kitabımda yayınladım.  Bu çalışmam çok ses getirmedi.

Araştırmacı-Yazar Osman Karaca 12 yıldır Yozgat Lisesinin şehit öğrencileri hakkında araştırma yapıyor. Yakın bir zamanda bu araştırmalarını bir kitapta toplayacak.  Yozgat Lisesine TBMM tarafından şeref madalyası verilmesi için imza kampanyası başlatan komite içerisinde de yer alan Osman Karaca, Yozgatlının vatan toprağının her yerinde kan döküp, can verdiğini söyledi.Karaca, Yozgatlının kahramanlığını anlatamadığını dikkat çekti.
BİR BELGE İLE
BAŞLADI
Araştırmacı-Yazar Osman Karaca, Ege Üniversitesi kütüphanesinde araştırma yaparken Yozgat Lisesinin öğrencilerinin Birinci Dünya savaşına katıldığını ve şehit olduğunu öğrendiğini söyledi.
Karaca, Yozgat lisesinde araştırma yapmak için İl Milli Eğitim Müdürlüğüne üç kez dilekçe verdiğini belirtti.
Üç kez verdiği dilekçenin kaybolduğunu anlatan Osman Karaca, “Yozgat Lisesinde yaptığım araştırma da aradığım belgelere ulaştım. Bu çalışmalarımı Yozgat bilinmeyen gerçekleri adlı kitabımda yayınladım.  Bu çalışmam çok ses getirmedi.  Hatta bu çalışmaya Yozgat lisesinin değil, Kayseri lisesinin kahramanlığı olduğunu söyleyenler oldu. Geçen yıl ilk kez Yozgat Lisesi kahramanlığını anlatan bir program yaptık. Bazı kişiler ısrar ettiler. Yozgat Lisesinin kahramanlığının olmadığını, Kayseri Lisesinin kahramanlığı olduğunu. Az kalsın Yozgat Lisesini fitneye kurban ediyorduk” dedi.  CHP Yozgat Milletvekili Ali Keven’in Yozgat Lisesini Mecliste gündeme getirme talebi olduğunu kaydeden Osman Karaca, “Biz de kendisine Yozgat Lisesine şeref madalyası talebini dile getirmesini önerdik. Çünkü böyle bir kahramanlığı var. Yozgat Milli Mücadeleyle bağdaştırılamıyor, sanki Yozgatlı savaşa katılmamış, vatan haini gibi anlatılıyor dışarıda. Halbuki bu Yozgat bırakın evlatlarını cepheye göndermeyi, Erzurum, Kars, Gümüşhane, Bayburt’tan Ermeni zulmünden göçen halka ev sahipliği yapmış. Kendisi aç olduğu halde yoksulluğunu paylaşmış. Biz bu kahramanlığı anlatmak istedik. Sağ olsun Milletvekilimiz gündeme getirdi, biz de Yozgat halkı olarak talep ettik. 10 binden fazla imza topladık” diye konuştu.
İLK OLACAK
Yozgat Lisesine verilecek olan Şeref Madalyasının Türkiye de bir ilk olacağına dikkat çeken Osman Karaca, “Hiçbir okulun öğretmen ve öğrencileri savaşa birlikte gitmemiş. Yozgat Lisesinin öğretmen ve öğrencileri savaşı birlikte gidiyor. Biz Yozgat Lisesine şeref madalyasını alacağız. Bu Türkiye’de bir ilk olacak. Ama Kayseri Lisesine, İzmir Atatürk Lisesine, Galatasay’a, Beşiktaş’a da verilmesi lazım. Ama Yozgat’ın buna çok ihtiyacı var. Biz bir türlü Türkiye’ye kahramanlığımızı anlatamamışız” şeklinde konuştu.
İLK CEVAP VEREN İLİZ
‘Sivas Kongresi sonrasında yapılan tekalifi milli emrine ilk cevap veren il Yozgat’tır’ diyen Osman Karaca, “Necip Nasrahanım Yozgat’taki kadınları topluyor. Çeyizindeki mendilleri, ördükleri kazakları, evlerindeki hayvanları kesip kavurma yapıp cepheye gönderiyorlar” ifadelerini kullandı. 
ŞEHİT OĞLU ŞEHİTTİR
Yozgat Lisesinden 207 öğrencinin savaşa katıldığını belirten Osman Karaca, “Geriye sadece 17 kişi dönüyor. Bu okulda okuyan 207 kişi şehit oğlu şehittir. Bu öğrencilerin babaları Selanik, İşpotra, Yanya, Priştine gibi Balkan harbinden savaşa katılan subayların çocukları. Bu subayların yetim çocukları babaları gibi gidiyorlar şehit oluyorlar. Yozgat Lisesinin öğrencileri şehit oğlu, şehittir” dedi.
ADANA’NIN KURTULUŞUNA VESİLE OLDU
Yozgat Lisesinin öğrencisi Avni Doğan’ın Adana’nın kurtuluşuna vesile olduğunu anlatan Osman Karaca, “Avni Doğan  o dönemde Remzi Yüreğir ile birlikte çıkardığı Adana gazetesi halkta büyük bir heyecan oluşturuyor. Fransızlar Adana gazetesini kapatıyor. Ondan sonra Yeni Adana gazetesini çıkarıyorlar. Yeni Adana Gazetesi Milli Mücadele gazetesi olarak halen devam ediyor. Yozgatlılar her yerde bir araya gelmişler, vatan için ne yapması gerekiyorsa yapmışlardır.
Yozgat bir yere gelememiştir” diye konuştu.
YOZGAT’I BAŞKENT YAPMAK İSTİYOR
‘Ağzı açılan herkes Atatürk Yozgat’a ceza vermiş diyor’ diyen Osman Karaca, “Atatürk Yozgat’ı Başkent yapmak istiyordu. Bunu ben söylemiyorum. Belgeli. Üç tane şehir  ismi sayıyor. Amerikalı bir gazeteci soruyor; ‘Cumhuriyeti ilan ettiniz. Payitahtınız neresi olacak’ diye. Anadolu da üç isim sayıyor. Kayseri, Yozgat, Sivas.
Ve özelliklerini sayıyor. Hepsi Yozgat’a uyuyor. Ankara o tarihlerde bataklık. Atatürk Ankara’yı hiç sevmiyor. Biz Yozgat Lisesinin kahramanlığını keşke bundan 100 yıl önce birileri yazsaydı da biz sadece okusaydık. Hiç 12 yıl uğraşmaya gerek kalmasaydı” ifadelerine yer verdi.